2 Mayıs 2017 Salı

Uzak Senden İncinmesin

Bu şehirde;  bir şehirde, nasıl her gün geçerken uğruyormuş gibi yaşanılabildiğini öğrendim. 
  
Şehirlerarası bir otobüsün, büyük bir şehre ulaşmak için ilerlediği yolda bulunan ve içinden derin düşüncelere dalmaya bile vakit bulunamayacak kadar hızlı geçilen bir şehri, cam kenarından seyredermişçesine; bir şehirde yaşamak, her gün...  
  
  
  
Algımın  hırçın bir deniz olup, odamın dalgalarda savrulan bir gemi gibi aklımda bir o yana bir bu yana savrulduğu bir gecenin sabahında; hiç ummadığım bir olay oldu. 
  
  
Devletin kanunlarına inat, kendime bir ödül olarak sunduğum ev hapsimi, kötü halden dolayı bitirdiğim bir öğleden sonra evden çıktım. 
  
  
Apartman kapısından dışarı adımımı  atar atmaz yaşadığım şaşkınlık,  ani kalkışlarımın yarattığı baş dönmelerimin çok daha tesirlisiydi. Dün pencereden vinçleri, işçileri izlediğim inşaat alanının yerinde tek katlı kerpiç bir evden başka hiçbir şey yoktu.  
Arkamı döndüğümde ise biraz önce kapısından çıktığım apartmanın yerinde yeller esiyor, önümdeki arazininse ucu bucağı görünmüyordu.Ya dualarım kabul olmuş, dünyadaki bütün beton yapılar bir gecede yerle yeksan olmuştu: ya da bugün dünya biteviye ilerleyişinden farkı bir hal almıştı. 
  
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. 
Uzakta görünen binaya epey yaklaştım, girip neler olup bittiğini öğrenmek niyetindeydim şaşkınlığım delilik boyutuna varmadan. Bahçesindeki kalabalıktan, banklara sinen kederden ve burnuma gelen kesif medikal kokusundan buranın hastane olduğunu anladım, halbuki gerçek bana bir tabela kadar uzaktaydı. 
  
  
Kırmızı bir  boğazlı kazağın üzerine evli yelek girmiş, altında kahverengi bir kadife pantolon olan, güleç yüzlü kepçe kulaklı bir çocuk;  oturduğum banktaki boşluğu teklifsizce doldurdu. Boşluğu dolduran yedi yaşımdı, çocukluğumun başına okşadım. Her ne kadar yaşadığım bu sıradışı güne ister istemez alışmaya başlamış olsam da, aklımın dar patikaları kendimden bir başkasıyla beraber yürümeye elverişli değildi, hele yolun karşısından gelen de bensem. 
  
Kayboldum. 
  
  
    
Biraz önce bahçesinde oturduğum hastanenin koridorunda buldum kendimi, "çocukluğum" yanımdaydı ve beni bekleme salonunda kucaklarında bir bebekle oturan genç çiftin yanına götürdü elimden çekiştirerek. Karşımdaki genç çiftin annem ile babam olduğumu anlamam artık olağan geliyordu bana böylesine bir günde. Odasından çıkıp yanımıza gelen doktorun, annem ile babamın kucağındaki "bebekliğimin" kalbinde bir delik olduğunu sinir bozucu bir serinkanlıkla söylediği andaydık. Anımsadım hemen sonra, doktor aynı günün akşamında tekrar gelecekti, acemiliğinin verdiği aşağılık hissini diplomasının verdiği mağrurlukla bastırarak muayenelerinde bir hata olduğunu söyleyecekti ve ben aklımın artık kötüye de erdiği yıllarda bu anıyı annemden dinlediğimde doktorun şair ruhlu bir  adam olduğunu düşünecektim. 
  
Kendi geçmişime gelecekteki suretimle tanık olduğum o büyüleyici anlarda bile dikkatimi toplayıp, neyin olup bittiğini tam olarak idrak edemiyordum. Koridorun ucundaki çay ocağının radyosunda çalan bir şarkı beni ortamdan soyutluyor, vücudum hissizleşiyor ve bedenim ayağımda başlayarak buharlaşmaya başlıyordu. Şarkının sözlerine dikkat kesilip düşündükçe yok oluşum daha da hızlanıyordu. Hele aklımın kötü şeylere erdiği, şiirle haşır neşir olmaya başladığım ilk gençlik zamanlarımda; şarkının çok sevdiğim bir şairin bir şiirinin bestelenmiş hali olduğunu hatırladığım  an, nesnelerin dünyasında bedenimde geriye artık sadece başım kalmıştı. 
  
"İl göçsün göçtüğün vakit 
  Yol yansın geçtiğin vakit   Suyundan içtiğin vakit   Kaynak senden incinmesin." 1  
  



Gözümü yeniden bu akıl almaz evrene açtığımda kendimi; babamın süt topladığı kamyonda, konuşmayı yeni sökmüş halimin yanında otururken buldum. Teypte de aynı şarkı çalıyordu. Yıllardır sadece girişinde bir iki saniyelik kısmı aklımda olan,  babamın sütçülük yaptığı ve beni de arasıra yanına alarak köylerden süt topladığımız kamyonun teybinden çalan şarkı. Lisedeyken kaldığım pansiyonun bahçesine bir şiir defterinin arasına şıkıştırıp da gömdüğüm çocukluğum... Ardımda bıraktığımı sanarak kendimi avuttuğum geçmişim ve Taşralılığım.  
Her şey tek bir şarkıya düğümlenmiş ve düğüm açılınca bohçadan ortaya bir benlik karmaşası çıkmış gibi oldu.  
 O gün artık şaşıramıyordum; ama direksiyon başında oturan, bu sabah uyandığımdaki yaşımdan sadece birkaç yaş büyük olan babamın gençliğine benzemediğimi fark etmek içimi burktu. Bir an beriyanımda oturan çocukluğum bana döndü ve birazdan yine kaybolacağımı kulağıma fısıldadı. Ve ekledi: 
 -Ben sokaklarda kendi başıma gezerken hiç kaybolmuyorum. 
Ben çocukluğuma biraz güven aşılarsam belki bugünüm daha farklı olur diye umarak ona, "Çünkü sadece cesur olanlar kaybolur" dedim.  
Güldüğümü fark ettiği an bana döndü ve dedi:  -Sen de kayboluyorsun çünkü korkaksın.  
Bir çocukla konuşurken kendimle çelişiyordum. Haklıydı, ömrümde belki de ilk defa kendime hak verdiğimi fark ettim, ne kadar kendim sayılırsa o da. 
Çocukluk zamanlarında sadece cesur olan çocuklar kaybolurdu, hiç bilmediği sokaklara girebilmek cesaret isterdi. Çocukluğunda kaybolmayanlar büyünce kaybolurlardı. Yeni şehirlerde yeniliğini yitirmiş yaşantıların girdabı beni en sonunda kaçınılmaz kayıplarda doğru çekiyordu. 
  
Bense yine kayboldum.Kafamı göğe kaldırdığımda, iki apartmanın çatısı üzerinde yatay bir şekilde uzanarak apartmanları ters bir "u" şekline büründüren üçüncü apartmanı görmemle geleceğe geldiğimizi anladım o an. Göğümüzü de çalmışlardı.  
Ama öte yandan çok değişik bir telaş vardı geleceğin insanlarının üzerinde. Zamanında bu modern putları binbir emekle dikmek için kullanılan vinçler, bu sefer hepsinin teker teker yıkımı için mesai yapıyordu. Bir kaldırıma oturdum, bir sigara yaktım. Sağımdan solumdan geçen insanlar şaşkın gözlerle elimdeki sigaraya ve 
kendilerinden epey farklı olan kıyafetlerime şaşkın şaşkın bakıyorlardı.Aldırmadım, neler olup bittiğini, binaların neden yıkıldığını düşünmekle meşguldüm.Belki de dünyada bir mucize olmuş, 
demir ve betonun ederi altının kat be kat fazlası olmuştu.İnanın, böylesi bir gün de şaşırmazdım buna da. 
  
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. 
  
Geçmişe gittiğim zaman, çocukluğum gelip beni bulduğuna göre, ve şu an hala yanımda yöremde ben olduğunu iddia edip karşıma dikilen birisi çıkmadığına göre; oyunun kuralı değişmişti. Anlaşılan onu ben bulmalıydım. 

Bayındırlık timsali(!) geleceğin şehrinde kendimi ararken, bir köşede elindeki plastik tesisat borusundan ses çıkararak müzik yapan, iki ayağı da kesik olan ve hal-i pürmehali, sureti en az benim kadar çağına aykırı olan bir ihtiyara rastladım.O da benim ona bakınca beslediğim hislerin benzerlerini sanki benim için besliyordu.Önünden geçerken gözümü üzerime derin bir hüzünle dikerek, beni yanına çağırdı. 
Adamın basit bir dilenciden, öteye giderek ona sırtını dönenlere bile iyi niyet dileklerinde bulunarak para istediğini düşünmenin  verdiği şaşkınlıkla sesin beni çağırdığı yere doğru yürüdüm.Bir sokak sanatçısını dilenci olarak nitelendirmemin ve yanına vardığımda yüzünde beliren tebessümün bende oluşturduğu utancın sesime  değdiği buruk edayla "Buyrun?" dedim.  
Uzun bir süre yüzüme baktından sonra söze başladı:    


"Eğer kaybolmaktan korkuyorsun vazgeç bu seyyahlık hevesinden. Çünkü bir seyyah bilir, en ağır mağlubiyetlerle dönülen seferlerden sonra bile heybesinin boş olmayacağını. Bazen seyyah sanarak yola beraber çıktıklarının esasında birer ganimet meraklısı ruhsuz olduğunu öğrenir, ve anlar esasında kazandığını, bir kuyuya atılıp düşünecek epey vakti olduğunda.  Her kaybın ardında gizlenen kazancı kendi dehlizinde peşinde sürüklendiklerinin birer birer kayboluşundan sonra anlayacaksın. Bazen bir kadın olacak seni karanlıklarda süründüren, bazen ideoloji simsarları bazen de bir şair. Her kayboluşta bir çoğalacaksın, korkma. Ardında bıraktığın senler olacak kapını çalanlar, onların peşinden git, kaybol. Birgün son kez kaybolacaksın ve dehlizin sonundaki ışığı göreceksin; şu an karşındaki topal seyyahın karşısındaki kaybolmuş adama bunlara anlattığı gün." 



... 
  
Malum şarkının nakarat kısmında uyandım, ya gerçekten dedikleri gibi rüyalar altı saniyeydi ya da şarkı sonsuz bir döngü içinde kendini tekrar ediyordu.Hayatımın kopuk bir film şeridi şeklinde geçtiği rüyam bende ölüm korkusu oluşturacağı yerde susuzluk ve sigarayı azaltma kararı oluşturmuştu.Ayaklarımın bir kez bile yerden kesilmediği bir gençliğin ardından bacaklarımın kökünden kesildiği bir ihtiyarlığı düşümde görmek pek de olağandışı durmuyordu.   
  

Bir umutla odamın camından dağ manzaramın önünde set gibi gerilen inşaata bakmak için ayağa kalktım.Her şey yerli yerince duruyordu.Bir ses duydum, toprağın bağrında derin yarıklar açan aletlerin çıkardığı gürültüden dolayı sesin kaynağını tam olarak kestiremedim.Camı kapattım, zil çalıyordu. 
Kapıyı açtığımda  karşımda boşluktan başka birşey görmedi, başımı biraz aşağı indirdiğimde ise; kırmızı bir  boğazlı kazağın üzerine evli yelek girmiş, altında kahverengi bir kadife pantolon olan güleç yüzlü kepçe kulaklı bir çocuk gördüm. Kapımı kendime, yedi yaşıma açmıştım.   

Kayboldum. 






1: Şiir: Abdürrahim Karakoç - İncitme 
        Şarkı: Hasan Sağındık - İsmailce